3 Ocak 2010 Pazar

ÖSS'ye bir de bu açıdan bakın

ÖSS birincisi Mücahit Erdoğan ile başarısının sırlarını konuştuk



Büyük başarılar, kolay kazanılmıyor. Fedakârlık, emek, sabır ve inanç gerekiyor.
Bir de doğru çalışmak. Doğru bir strateji ile çalışmak; başarının birinci kuralı.
Elbette ki zorluklar, engeller, sıkıntılar olacak.
Ama hepsini aşabileceğinizi görmek, başarabileceğinize yürekten inanmak; düştüğünüz yerden azimle kalkabilmek, hedefinize kilitlenmek, umuda sarılmak; sonuçta “Her şeye değdi” diyebilme mutluluğunu ve huzurunu getiriyor.
Bu mutluluk ve huzur; elinden gelenin en iyisini yapma duygusu, yaşanmaya değer.
ÖSS Eşit Ağırlık (EA) 2 birincisi Mücahit Erdoğan’la başarılarının sırlarını konuştuk.
O, bu işi bir numara olarak nasıl tamamladı?
Bir şampiyon olarak nasıl çalıştı, nelere dikkat etti?
Ne zaman hazırlanmaya başladı?
Kendini nasıl motive etti?
Sınavı nasıl yönetti?
Bütün bunları detaylarıyla, ÖSS’ye hazırlanan dostlarıma başarılı bir model olması ümidiyle, bir eğitimci gözüyle öğrenmeye çalıştım.
Mücahit’le mezun olduğu Çapa Anadolu Öğretmen Lisesi’nde konuştuk.
Okul, köklü ve çok başarılı bir lise. Geçtiğimiz yıl, kuruluşunun 160. yılını kutlamış. Bu yıl da, ÖSS’ye damgasını vurmuş İstanbul’un first class liselerinden. Sayısal 1 Türkiye ikincisi Emrah Doğan ve Sözel 2 Türkiye birincisi Ömer Faruk Topal da bu liseden.
Çapa Anadolu Öğretmen Lisesi’nin başarıları kadar mimarisi de çok etkileyici. Çok estetik bir tarihi mimarinin içerisinde, yüksek tavanlı rahat sınıflar, akıllı tahtalar, her sınıfta projeksiyon cihazları, laboratuarları ve başarılı kadrosuyla İstanbul’un Top Ten okullarından.
Okul müdürü Mücahit Yentürk’le de sohbet etme fırsatı buldum. Mücahit bey, işini severek yaptığı her halinden belli, pozitif enerji veren, dinamik, heyecanlı, coşku dolu sempatik birisi. Kayıt için gelen, pırıl pırıl, gözlerinden zekâ fışkıran çocuklarla ilgilenişine tanık oldum. Orada, çocukların gözlerindeki pırıltıyı hissettim. Heyecan duydum. Müdür beyin, onlara değer verişi, yüreklendirmesi beni çok etkiledi.
Elbette, bu başarılar kolay elde edilmiyor. Ülkemizde başarı çabuk harcanan bir değer, ne yazık ki. Böyle başarılı okullara, böyle başarılı öğrencilere neler yapılıyor bilmiyorum. Ama bildiğim bir şey var; (biraz karamsar olacak, ancak yine de söylemeliyim) ülkemizde en az takdir edilen şey; başarıdır, desem yanlış olmaz, herhalde.
Başarılı insanların önlerine engeller çıkarmada; herhalde, dünyada bizden daha ileri bir ülke yoktur. Sözle, “Marifet iltifata tabiidir” diye de sağda solda söyler dururuz. Ama icraatta, marifetli insanı, bin pişman etmede üstümüze yoktur.
Sonra da, bu insanlar neden başka ülkelere gidiyor diye ağıtlar yakarız.
Böyle muhteşem gençlerimizi görünce ben yine coştum. Oysa konumuz bu değil. (Bu arada; öğrenilmiş çaresizliklerin kırılması ile ilgili yazımı unutmuş değilim.)
Bu muhteşem başarısı için başta Mücahit’i, emeği geçen ailesini, İstanbul Çapa Anadolu Öğretmen Lisesi öğretmenlerini, FEM Dershanesi Fatih Sultan şubesi öğretmenlerini tebrik ederim. Başarılarını yürekten kutluyor ve alkışlıyorum.


Haydi, şimdi arkanıza yaslanın ve bu beyin harikası arkadaşımızın söylediklerine kulak verin.


180 sorunun hepsini doğru yapma niyetim vardı.


Çok büyük fedakârlıklarda bulundun. Büyük zorluklar aştın ve hayallerine ulaştın. Sonucu öğrenince neler hissettin? Mesela, öğrenir öğrenmez kendi kendine ne dedin? Neler düşündün? Böyle bir başarı hedefliyor muydun ve bekliyor muydun?


Böyle bir başarıyı hedef olarak kendime koymuştum, çalışmaya başladığım zamanlar. 180 sorunun hepsini doğru yapmak gibi bir niyetim vardı. Ama sınav sonrası sonuçlara bakınca pek bir ümidim kalmamıştı. Sonucu öğrenince ilk anda şok oldum. Çünkü böyle bir sonuç beklemiyorduk. “Belki ilk on olabilir” demişti rehberlikçimiz de. Şoku atlatınca çok sevindim tabi. Arkadaşlarım ve hocalar da yanımdaydı, beraber paylaştık bu mutluluğu.


Kaç puan ve hangi derslerden kaçar net yaptın?


SAY-2: 373, EA-2: 379 puan
Türkçe; 1 yanlış, Sos-1; 1yanlış, Mat1; 0 yanlış, Fen-1; 2yanlış, Ed-Sos; 2yanlış, Mat-2; 0 yanlış, Fen-2; 3 yanlış.


Nereyi tercih ediyorsun?

Cerrahpaşa İngilizce Tıp ilk tercihim.
Hayırlı olsun. Cerrahpaşa İngilizce Tıp’ı ne zamandan beri hedefliyordun?
Çalışmaya başladım zamandan beri aşağı yukarı böyle bir hedefim vardı. Hatta 11. sınıfta rehberlik dersinde geleceğe yazdığımız mektupta Cerrahpaşa İngilizce tıptan mezun olduğumu yazmıştım.


İyi bir hedefin varsa iyi bir başlangıç yap!


ÖSS’ye hazırlanmaya kaçıncı sınıfta başladın?

9. sınıftan beri dershaneye gidiyorum ama asıl çalışmaya 11. Sınıfta başladım, demek daha doğru olur.
Başarında en çok etkisi olan şeyler neler?

Çalışmaya erken başlayıp yapılacak şeyleri önceden bitirmek, konularda eksik olduğumuz noktaları tespit edip bunları gidermeye çalışmak.


Doğru ve etkili bir program


Nasıl bir programla çalıştın? Mesela, Matematiği ve Türkçeyi nasıl çalıştın?

Matematik soru çözmekle ilerleyen bir ders. Erken başladık demiştim, bu çalışma biraz da matematikle başladı doğrusu. Konuları hızlı bir şekilde işledik. Daha sonra bu konular üzerine gerek okulda gerek dershanede bolca soru çözüp konuları ayrıntılarıyla öğrendik.
Sözel konuları 11. Sınıf bitince yaz tatilinde çalıştık. Dershanenin verdiği program buydu. Sözel konusunda eşit ağırlıkçı arkadaşlarımdan çok büyük fayda gördüm. Ben onlara sözel sorularımı sorardım, onlar da bana sayısal sorularını. Okuldaki sınıf arkadaşlarım da çok yardımcı oldular. Mesela, edebiyat sınavlarında önce oturup hep beraber ders çalışırdık. Önceki gün evde çalışmış olanlar bildiklerini bize anlatırdı genelde. Biz de not tutardık.
Başarının Yüzde 99’u ter.


Günlük çalışma programın nasıldı?

Okul olduğu zamanlar; okul çıkışında dershaneye giderdik. Hafta içi derslerin olduğu günler de vardı. Dersler bitiği zaman genelde bir buçuk saat etüt, yarım saat mola şeklinde çalıştık. Okula gitmediğimiz zamanlar, sabah deneme sınavı olurduk, sonra program yine aynı olurdu.


Herkes düşer ama kalkanlar kazanır.


Senin de motivasyonun düştüğü inancının kırıldığı zamanlar oldu mu? Böyle zamanlarda kendini nasıl motive ediyordun?

Bu kadar yoğun bir tempo olunca insan ister istemez yoruluyor, çoğu zaman bırakıp gitmek istiyor. Böyle zamanlarda hocalarım ve arkadaşlarım sayesinde toparlandım diyebilirim. Sonuçta yapmanız gereken bir iş var; bu bir gerçek. Tabi çalıştıkça azalıyor her şey.
Bu yüzden hocalar da arkadaşlarım da hep biraz daha gayret etmem gerektiğini söylediler. Gerektiğinde rehberlikçi hocam bana dinlenmem için fırsat verdi. Arkadaşlarım da moralimi düzeltmek için ellerinden geleni yaptılar, sağ olsunlar.


Annen ve babanın meslekleri nedir?


Babam öğretmen, şu anda müdür yardımcısı; annem ev hanımı.


Bu süreçte ailenle ilişkilerin, iletişimin nasıldı; yani onlarla aran nasıldı?

Ailemle aram hep iyi oldu bugüne kadar. Onlar da benim bu işi yapabileceğimi düşündüler. Gereksiz yere stres yapmadılar. Çalışmam gerektiğini, ama asla hırs yapıp da kendimi gereksiz yere yormamam gerektiğini söylediler. Benim için her türlü fedakârlığı da göze aldılar. Ne kadar teşekkür etsem azdır.



Şöyle geriye dönüp baktığında “İyi ki yaptım” diyeceğin en önemli şey nedir?

Çalışmaya erken başlamış olmak. Bunun gerçekten çok büyük faydasını gördüm. Biz 12. Sınıfa geçtiğimizde konuların çoğunu daha önce işlemiştik. O yüzden çok rahattım. Konuları ilk defa gören arkadaşlarımı da görünce yapacak işlerin gerçekten çok azalmış olduğunu gördüm.


Peki, “Keşke yapmasaydım” diyeceğin ne var?

Bazen çalışmayı uzun süre bıraktığım olmuştu. O vakitleri de çok daha iyi değerlendirebilirdim. Bir de derslerle ilgili tuttuğum notları düzenli bir şekilde saklamış olmayı çok isterdim. Özellikle sene sonuna doğru tekrar yapmak gerektiğinde bunun çok sıkıntısını yaşadım.


Son vuruş!


Son bir ayda nasıl bir programla çalıştın?

Her sabah bir deneme oluyorduk. Daha sonra çözemediğimiz soruları birbirimize sorup bilmediğimiz şeyler varsa öğrenmeye çalışıyorduk. Konu tekrarı yapıyorduk. Çeşitli soysal aktiviteler de yaptığımız olmuştu.

Bu süreçte, televizyonla ve internetle aran nasıldı?

Televizyonla aram hiçbir zaman iyi olmadı. Arada sırada dizi izlemişimdir. Ama bilgisayarla olan bağımı pek koparmadım, desem yalan olmaz. Özellikle arkadaşlarla beraber çok fazla oyun oynadık. Okuldan çıkıp dershaneye gidene kadarki vakitleri hiç heba etmedik anlayacağınız. Haftada dört gün belki de böyle etkinliklerimiz oldu.


Sınavı nasıl buldun? Değerlendirir misin?

2008 ÖSS gerçekten çok farklı bir sınavdı. Bu sene de öyle olmasını bekliyordum. Ama beklediğimden çok daha farklı bir sınav oldu. Ben Matematikte öncüllü bir soru ilk kez 2009 ÖSS de gördüm. Türkçe’de tam 8 tane “hangisi çıkarılamaz” şeklinde soru vardı. Edebiyatta ezbere dayalı çok fazla soru yoktu. Daha önce böyle bir sınava giren olmamıştır sanırım.


Panikledim ama üstesinden geldim.


Nasıl bir sınav yaşadın? Sınavdaki psikolojik yönetimin nasıldı?

Türkçe ve sosyal çok değişikti malum. Mat-1 ve Fen-1 biraz daha kolay geldi o yüzden rahatladım. Ama Mat-2 de daha ilk sorum öncüllü olunca, hemen birkaç soru arkasından yine öncüllü bir soru daha olunca şaşırdım kaldım tabi. Çok panik yaptım o anda. Ama bunun bir işe yaramayacağı belliydi; o yüzden kendimi toplamaya çalıştım. Süre sıkıntısı da çok yaşamadığımı fark edince sorular bittiğinde içim biraz daha rahatladı. Ama çok fazla emin olmadığım soru vardı. Elimden geldiğince bir şeyler yaptım ama yine de bir kısmı öylece kaldı. Bu da sınav sonrası moralimin biraz bozuk olmasına neden oldu.


Hangi sırayla soruları çözdün?

Önce Türkçe, Sos-1 ve Mat-1 sorularını çözdüm. Daha sonra on tane Ed-Sos sorusu çözdüm sonra Fen-1’in tamamını. Sonra yine on tane Ed-Sos sonra Mat-2. Mat-2 de bitince kalan Ed-Sos sorularını çözüp Fen-2 yi bitirdim. Sonra kontrol ettim emin olmadıklarımı.


Kodlama stratejin nasıldı? Soruları nasıl kodladın?

Her sayfayı bitirdiğimde o sayfadaki soruları kodladım. Nerdeyse bugüne kadar hep böyle çözdüm sınavları.


Sınavda yanında neler vardı?

Dört tane kalem, iki silgi, yeterince uç, saat, ilaç, su ve biraz da kuru üzüm. Kalem ve silgi olayını biraz abartmış olabilirim tabi.


Sınava girmeden önceki cumartesi günü ve akşamı neler yaptın?

Sabah arkadaşlar ve hocalarla kahvaltı yaptık ve vedalaştık. Daha sonra anneannemlere gittim. Küçük kardeşim de SBS ye girmişti. Akşam eve döndük annem, babam ve ben. Ders çalışmadım. Daha çok dinlenmekle geçti vaktim.


Sınava girmeden hemen önce neler yaptın?

Aslında hiçbir şey. Her sabahki gibi bir kahvaltı yaptım ve evden çıktık. Sınav yerine gittik.
Büyük insanların büyük hedefleri vardır!


Üniversite sonrası hedeflerin nelerdir?

Akademik kariyer yapmayı düşünüyorum. İlerde belki bir hastalığa çare buluruz ya da yeni bir şey keşfedip insanlığa faydalı bir iş yaparız.


Ne gibi hobilerin var?

Yabancı dili çok seviyorum. Birçok insan hiç sevmez ama benim gerçekten eğlendiğim bir iş bu. İlerde en az dört yabancı dil konuşabilmek istiyorum. Bu hedef için tatillerde, boş vakitlerde kitapları karıştırdığım çok oluyor. Onun dışında kitap okumak da yaptığım şeyler arasında sayılabilir. Çeşitli hamur işi yiyecekleri yapmak da çok hoşuma gidiyor ayrıca.


Erken kalkan yol alır.


ÖSS’ye hazırlanan arkadaşlarımıza neler önerirsin?

Dediğim gibi erken başlamak çok önemli bence. Çünkü yapılacak çok iş var. Ne kadar erken başlarlarsa o kadar iyi. Eksiklerini kapatmaları da çok önemli onları tespit etmek için uğraşsınlar. Morallerini yüksek tutsunlar. Çalışma isteklerini kaybettikleri zaman küçük molalar versinler. Kendilerine zaman ayırsınlar, arkadaşlarıyla ya da aileleriyle zaman zaman başka yerlere gitsinler, gezsinler.


Son olarak neler söylersin?

Bugüne kadar bana tek bir harf dahi öğreten herkese sonsuz teşekkürlerimi sunuyorum. Bu sene sınava girecek arkadaşlara da başarılar diliyorum.

ÖSYM Başkanı Prof. Dr. Ünal Yarımağan ile ÖSS hakkında merak ettiğiniz her şeyi konuştuk.




Eftal Orhan öğrenciler adına sordu, ÖSYM Başkanı Prof. Dr. Ünal Yarımağan cevapladı.

ÖSS’nin arka planı

Sorular nasıl hazırlanıyor?
Soruları kimler hazırlıyor hazırlanıyor?
Sorular nasıl bir yerde hazırlanıyor?
Soruları hazırlayan kişiler nasıl tespit ediliyor?
Soruların güvenliği nasıl sağlanıyor?
Soruların zorlukları nasıl ayarlanıyor?
Sorular hangi aşamalardan geçiyor?
Soruları kimler inceliyor?
ÖSYM deneme sınavı yapar mı?
ÖSYM sınav teknikleri konusunda ne düşünüyor?
ÖSYM sınav psikolojisi hakkında neler düşünüyor?
ÖSS Milli Eğitim Müfredatına ne kadar uyuyor?

Ve yeni sistemle ilgili merak ettiğiniz her şey

Yeni sistem, neler getiriyor?
Yeni sistemin artıları neler?
Hangi alanlar, hangi testleri çözecek?
Süre baskısı kalkıyor mu?
Ek konu olacak mı?
ÖSS nereye doğru gidiyor?
İkinci aşamada kaç test yapılacak?
İkinci aşama testleri hangi günler yapılacak?


Öncelikle şunu öğrenmek istiyorum. Türkiye’de herhalde hayatını etkilemediğiniz kimse yoktur. İnsanlar sizin gönderdiğiniz bir belgeden ya bizzat sınava giren olarak ya da giren kişinin yakını olarak bir şekilde etkileniyor.
Çoğu kimsenin rüyalarını, hayallerini; gönderdiğiniz “Kazandınız” yazılı sonuç belgesi ya da sitenizden yayınladığınız “Kazandınız” açıklaması süsülüyor. İnsanların hayatlarında dönüm noktaları oluşturan bir kurumun başında bulunmak nasıl bir duygu?



1974’den beri, yani kurumun kuruluşundan beri kurumun içindeyim. En baştan itibaren sorumluluk ve ciddiyet duygusu hissederim. Başkan olduktan sonra da bu duygular değişmedi.
Ama tabii bizde ayrıca ciddi bir stres, sürekli bir tedirginlik var. Bir sorun olacak mı diye.

Şu an kaç sınav yapıyorsunuz?

30 ile 40 arasında.

ÖSYM’nin biraz tarihçesinden bahseder misiniz?

ÖSYM 1974’de kuruluyor.1960’lı yıllarda sınav başlıyor. Arz talep dengesi bu sınavları doğuruyor. Talep fazla olunca seçme zorunluluğu ortaya çıkıyor.
İlk başlarda lise bitirme puanları ölçü alınıyor. Bu da yetmiyor daha sonra üniversiteler kendileri böyle bir sınav yapıyor.
1975’den öncesi üniversiteler bu görevi yapıyordu. 1974’te en son Hacettepe üniversitesi bu sınavı yaptı. Daha sonraki yıllarda da ülke genelinde bu sınav ÖSYM ile kurumsallaştı.

ÖSYM’nin yaptığı ilk üniversite giriş sıvana kaç kişi girdi ve kontenjan ne kadardı?

1974’de 225 bin aday. Kontenjanlar 30 binlerdeydi…

Gelelim herkesin merak ettiği ÖSS’nin arka planına…
Bir yılık ÖSS serüveni nasıl yaşanıyor? Bu yıl ki süreç ne zaman başlar?

Eylül’de tam olarak yoğun bir şekilde başlar.

Soruları kimler hazırlıyor?

Biz de soruları hazırlayan iki grup uzman vardır. Bir grup, soruları hazırlar. Bunlar bizim kadrolu elemanlarımızdır.

Bunlar öğretmen midir?

Bunların içinde öğretmenlik yapanlar da var. Hiç öğretmenlik yapmamış, kendi alanlarında uzman olanla da var. Örneğin matematikçiler var. Matematik yüksel lisansını bitirmiş ve 10 yıldır bizde soru hazırlıyor.
Veya 30 yıl öğretmenlik yaptıktan sonra emekli olmuş öğretmenler var.
Bu iki grup bizim tam zamanlı elemanlarımızdır. Bunların başka bir görevi yoktur. Bütün zamanlarını soru hazırlamakla geçirirler.

Soruları hazırlayan kişiler kimler tarafından, nasıl tespit ediliyor ve ne gibi kriterler söz konusu?

Bizde güven esastır. Şimdi, biraz sıkıntılarımız var. Bu uzmanların da KPSS ile almamız isteniyor. O zaman güven sorunu olabilir. Biz özellikle tavsiyeyi çok önemsiyoruz. Çok güvendiğimiz birisinin önermesi lazım. Bu kişiler hem kendi alanında uzman olmalı, bu konuya yatkılığı olmalı; kişilik olarak da güvenilir olmalı.
Allah’a şükür, güven konusunda bizim gruptan bu konuda bir sorun çıkmadı şimdiye kadar.

Ne zaman sorular hazırlanmaya başlıyor?


Eylül ayında, soruları hazırlamaya başlarlar. Uzmanlar, soruları hazırlar biriktirir.
Bizim, ÖSS de 30 yıllık bir soru arşivimiz var. Ama özellikle, ÖSS’de eski soru kullanmıyoruz. İhtiyaçtan fazla hazırlanıyor ve onların arasından seçiyoruz. Daha sonra onların üzerinde ifadesinde, rakamlarında gerekli değişiklikler yapılıyor. Sorular ilk hazırlandığı ham haliyle de sorulmuyor.

Uzmanlar soruları hazırladıktan sonra onları kontrol eden bir sistem var mı?

Var, ikinci grubumuz da bunlar. Bunlar üniversite hocaları. Tabi bunlar, yakınlık nedeniyle, Anakara’daki üniversitelerden hocalarımız oluyor. Böyle diğer sınavlar da dâhil, toplamda 100 ün üzerinde hocamız var.


Peki, ayrıca dil açısından değerlendiren birileri var mı?

Tabii bütün soruları Türkçeciler de okuyor. Onlar tarafından bir edisyondan geçiyor.
Bilimsel açıdan, anlaşılırlık açısından ve ölçme değerlendirme açısından sorular inceleniyor. Ve seçile seçile sınav seti ortaya çıkıyor.

Soruları hazırlayan kişilerin soruları sızdırma riskini nasıl önlüyorsunuz?

Birinci önlemimiz; bu soruların hazırlandığı katımız, (bu odanın bir üst katı) sadece soru hazırlayan uzmanların girdiği bir kattır. Diğer birimde çalışanlar o kata ziyarete bile gidemez.
İkinci önlemimiz; o ortam dışında soru hazırlanmaz. Soru kesinlikle dışarı çıkmaz. Mesela; “Ben, bugün başladım, evde devam edeyim” olmaz. Ya da “Evde hazırladım, evde hazırladıklarımı buraya getireyim”, ya da üniversitede, bir hoca kendi ofisinde soru hazırlayıp buraya getirsin; bunları kesinlikle yapmıyoruz.
Bunların yanında; kişilere güvenmemizin dışında bir önlemimiz yok.

Bir de soru başına ne kadar ücret ödüyorsunuz, öğrenebilir miyiz?

Sadece maaş karşılığı yapıyoruz. Kadrolu elemanlarımızdır onlar. Soru hazırlatıp belli bir ücret ödemiyoruz.
Maaşları da son derece düşüktür; onu da söyleyeyim.

Buradan iletelim diyorsunuz yani.
Soruların basımı, dağıtımı ve geri gelişi aşamasında güvenliğini nasıl sağlıyorsunuz?

Sorular seçildikten sonra son bir kez daha gözden geçirilir. Çok güvendiğimiz birkaç kişiye okuturuz. Mesela; o aşamada ben de okurum. O noktadan sonra matbaaya götürülür.

Sizin kendi matbaanız mı?

Hayır, özel bir matbaa.
Matbaaya gönderilir ve kapalı dönem başlar. Büyük sınavlar da tam kapalı dönem olur. Sorular hazırlanırken bizim bu binada kapalı dönem yoktur ama basımı süresinde vardır. Bu süre 15-20 gündür. Bu sürede matbaada çalışanlar, kesinlikle dışarı ile irtibatlarını keserler. Orada yatarlar, çöpleri dışarı çıkmaz. Çevre jandarma denetimindedir. Çevresinde elektronik karartma yapılır. Cep telefonları çalışmaz.
O sürede basılır, mühürlenir. Baskıdan sonra polis eskortu eşliğinde sınav merkezlerine nakledilir.
Polisin dışında, gönderdiğimiz kamyonlara üniversite öğretim elemanlarından bir görevli veririz. Soruların saklandığı yerde, kapısında nöbet tutan yine iki görevli vardır.

Şimdiye kadar herhalde bir defa ÖSS’nin iptal edilme durumu oldu?

Evet, bir defa İstanbul’da sınav evrakının saklandığı spor salonunun bir ara kapısı varmış, o arka kapıdan birisi giriyor ve soru kitapçığını alıyor. O tespit edildiği için o yıl sınav tekrar yapılmıştı. Bu güvenlik konusu bizim uzmanlığımız da değil ve canımızı çok sıkan bir konu.

Sizce çoktan seçmeli sınavın öğrenci üzerinde ne gibi olumsuz etkileri olabilir?

Öğrenciyi, tek yönlü düşünmeye alışıyor. Hep hazır şıklardan birini seçiyor. Günlük hayatta hiçbir zaman sorunla birlikte cevapları gelmez. Sorun gelir ve önce analiz edilir; Gerçek sorun nedir? Onun parametreleri belirlenir. Gerçek sorunun çözümleri ne olabilir? Ve o çözümlerin içinden en iyisi bulunmaya çalışılır.
Böyle olması gerekirken, cevaplar hazır gelirse sentez yapamazsınız. Sentez çözüm üretmektir. Onlar gelişmediği için eğitim eksik kalıyor.
Belki bu kadar etkilenmeyebilir, ama bu sınava gereğinden fazla anlam yükleniyor. Mesela; biz çoktan seçmeli sınav yapıyoruz diye orta öğretim sınavları da çoktan seçmeli yapmaya başladılar. Biz önümüzdeki yıllarda yeni sistemde sınavı, sadece çoktan seçmeli olmaktan çıkartmayı düşünüyoruz.


Ben de dahil birçok kimsenin ÖSS için en büyük eleştirisi; ÖSS sorularının müfredatla uyumlu olmadığı. Siz ne düşünüyorsunuz. Bunun ölçüsü ne?

Ben buna katılmıyorum. Sürekli olarak Milli Eğitimden ders programlarını ve müfredatını alıyoruz. Bizim uzmanlarımız ilk önce onları inceliyorlar.

Mesela, okulda çok başarılı öğrencilerimiz, ÖSS’de aynı başarıyı gösteremiyor.

Okuldaki başarının nasıl ölçüldüğüne bağlı. O okulda, başarılı olabilir ama o okuldaki arkadaşlarına göre başarılıdır. O okul, genelde başarısız bir okulsa, o zaman bu sınavda diğer oklarla karşılaştırıldığında demek ki başarısız çıkıyor.

Buda dershane destek sistemini çok fazla körüklüyor. Mutlaka bir destek alma zorunluluğu doğuyor. Bir öğrenci ülkemizde, ÖSS’de iyi bir başarı istiyorsa 4 yıl boyunca iki tane okulda okumak zorunda kalıyor. Birincisi kendi okulu ikincisi dershane. Realite açısından bu bir gösterge değil mi?

Ben buna katılmıyorum. Bu konuda araştırmalar da yaptık.
Araştırmalar şunu gösteriyor.
Bu sınavda başarılı olmak için dershaneye de gitmek lazım.
Ama 4 yıl üst üste gitmek değil.
ÖSS birincileri çoğunlukla böyle yapıyorlar.


Biz şunu gördük; araştırmada dershaneye gitmeyenlerin başarısı gidenlere göre daha düşük ama belli bir süreden sonra dershane ek bir katkı getirmiyor.

Öyleyse şöyle söyleyelim. Öğrenciler ÖSS’de belli bir başarı için en az iki yıl dershaneye gitmek zorunda.

Bir yılda gitse olur, ama dershane eğitimi tamamlıyor. Dershanede eğitim yapıyor. Dershaneye gitmeyen bir aday, haftada 40 saat eğitim yapıyorsa giden 60 saat eğitim yapıyor.

Ben bunu dershane karşıtı bir söylemle sormamıştım. Sadece, şu açıdan bakıyorum:
Bizim çocuklarımız, hayatlarının en önemli çağında iki yıl dershaneye gittiğinde tamamen sosyal hayattan kopuyor. Ben bizzat onların içerisindeyim. Çalışma programları veriyorum. Çocuklarımız bu süreç içerisinde hem dershaneyi hem okulu birlikte götürmek zorunda oldukları için sosyal hayattan kopuk, sosyal ilişkileri bozuk bireyler haline geliyorlar.
Üniversiteye başladığında iki yıl boyunca sosyal hayattan kopmuş bir kişi olarak başlamış oluyor. Bu, kişilerin geleceği ile ilgi, iletişim becerileri ile ilgili ve hayata uyumla ilgili ciddi sorunların ortaya çıkmasına neden oluyor.
Oysa onların yaşıtları başka ülkelerde, hobileriyle uğraşıyor, spor yapıyor, müzik aleti çalmayı öğreniyor, kitap okuyor, kendini geliştiriyor. Bizim çocuklarımız iki okul birlikte okuyor. Buraya vurgu yapmak istiyorum. Bunun üzerinde hiç durulmuyor.

Doğru, doğru, doğru….
Ben de önce şuna değinmek istiyordum. Dershane iki şeyi sağlıyor. Bir; okuldaki eğitimi tamamlıyor.
İki; sınav için öğrencilere tecrübe kazandırıyor, yol gösteriyor.

Ben, burada öğrenciler adına bulunuyorum. Onlara uzun yıllardan beri sınav sürecini birlikte yaşıyoruz. Birlikte üzülüp, birlikte seviniyoruz. Onların psikolojilerini çok yakından biliyorum. Çocuklarımız tamamen hayattan koparak bir başarı elde etmek zorunda kalıyorlar. Bu çok acı bir durum.

Ona, ayrıca değineceğim. Bizim yaptığımız araştırmada ayrıca şunu gördük.
Belli bir süreden sonra başarı artmıyor. Yani 4 yıl üst üste dershaneye gidenler, iki yıl gidenlere göre daha başarılı olmuyor. Ama hiç gitmeyenler, daha az başarılı.

İşin adayı aşırı asosyalleştirmesine gelince; o biraz arz talep dengesinden kaynaklanıyor. Türkiye’de her bölüm, ekonomik durum nedeniyle insanlara mutlu bir hayat sunamıyor. Örneğin kişi herhangi bir konudan hoşlanıyor. O konuda eğitim yaptığında iş bulamıyor ve uygun bir gelir elde edemiyor. Onu elde edebilmesi için belirli alanlara yönelmesi gerekiyor. Sadece sınırlı alanlar, işsizlik sorunu olmayan ve iyi gelir elde etmenizi sağlıyor. Herkes oraya gitmek istiyor. Bu nedenle yarış kızışıyor. Yarış kızıştığı için, bu alanlara girmek için çalışma temposunu üst düzeye çıkartmak gerekiyor. Bu da çocukları asosyalleştiriyor.
Türkiye’nin ekonomik durumu daha iyi olsa, bu sorunlar çözümlenebilir. Herkes, belli programlara gitmek zorunda kalmaz. İş bulma sorunu olmasa başka alanlara da insanlar yönelir.

Hep ‘şartlar bunu gerektiriyor’ diyoruz, ama bizim, çocuklarımızı psikolojik yönden çok fazla ezdiğimizi düşünüyorum. Onları rahatlatan, onlara yol gösteren, yardımcı olan bir sistemimiz yok. Gelelim sıfır çekenlere.
Geçtiğimiz sınavda 30 bin öğrenci sıfır çekti. Bunu neye bağlıyorsunuz.


İşin doğrusu biz ona sıfır çekme demiyoruz. O basının ifadesi. Biz puanı hesaplanmayan adaylar diyoruz. 4 testli bir sınavda istiyoruz ki adaylar bu testlerin tümüne cevap versinler ve belli bir başarıyı elde etsinler. Bazı adaylar, sadece bir teste cevap veriyor. Böyle adayların biz üniversiteye girmesini istemiyoruz.
Mesela bir aday matematiğin 30 sorusundan 30’una cevap verse diğerlerini boş bıraksa, biz onun puanını hesaplamıyoruz. Yani, aday sıfır çekmiyor.
Bunlar 4 testin ikisinde 0,5 puan alamamış bir kitle. Bu kitlenin ben biraz bilinmeyen bir kitle olduğunu düşünüyorum. Zaten Milli Eğitim Bakanlığı ve YÖK bu konuda ortaklaşa bir çalışma başlattı.

Geçtiğimiz sınav; ÖSS için zorluk derecesi yüksek bir sınavdı. Sınavın zorluk ya da kolaylığını neye göre belirleniyor. Yani bu sınavı zor yapalım, bu kolay olsun diye bir karar mı alınıyor?

Hayır, öyle değil. Ama önceki yıllara göre küçük ayarlamalar yapıyoruz. Örneğin, önceki yıllarda bir test çok zor olmuşsa, biraz kolaylaştıralım diyoruz. Çok kolay olmuşsa, biraz zorlaştıralım diyoruz. Çünkü bu bir seviye sınavı değil; bir sıralama sınavı. Sıralama sınavında hiçbir zaman ortalama başarı % 80-90 olmamalı. Aksi takdirde adayları sıralayamazsınız. Hem üst grubu birbirinden ayıracaksınız hem alt grubu. Onun için zor sorular da kolay sorular da olacak. Tabi bütün derslerde aynı kolaylıkla hazırlanamıyor..

Zor soruların psikolojik yönetimi de zor oluyor. Bu sorular adeta kişinin moralini bozmak için hazırlanmış. Dolayısıyla, böyle bir sınavda kişi, psikolojik olarak çöktüğü için bilgisini de tam olarak sınava yansıtamıyor.

Ama bir aday sınava gelirken de daha önce böyle sorular görmüştür. Soruların ne kadarını çözeceğini; ne kadarını çözemeyeceğini bilir.


Ama son sınav soruları, çok fazla görülen soru tarzı değildi. Sınav dereceleri de böyle değerlendirdiler. Önceki sınavlara göre, çok farklı soru tarzı olduğu şeklinde değerlendirildi.

Sanmıyorum. Ben o izlenimi edinmedim. Ben de soruları okuduğumda öyle farklılıklar görmedim.

Ama bu görüş ÖSS dereceler tarafından da belirtildi.

Bir de belki şundan oluyor. Soru hazırlayan arkadaşlarımızın sorunun zorluk derecesini iyi ölçme güçlüğü oluyor. Bizim şansızlığımız şu: bu tip sınavlarda bir ön test uygulanması lazım.

Tam da ben o noktaya gelecektim.

Biz bunu yapamıyoruz maalesef, gizlilik dolayısıyla. Ön test yapamadığımız için soruların zorluk derecesini ayarlayamıyoruz.

Gerçekten çok iyi hazırlanmış ama soruların çok zor olmasından dolayı, psikolojisi bozulduğu için beyin gücünü tam olarak kullanamayan, konsantrasyonu bozulan çok sayıda öğrenci tanıyorum. Zaten birkaç soru kişini psikolojisini bozmaya yetiyor. Ben şunu merak ediyorum siz kurum olarak “Ben sorumu sorarım, elememi yaparım” mı diyorsunuz yoksa öğrenci açısından da değerlendiriyor musunuz?

Biz, öğrenciye hizmet ediyoruz. Başka türlü düşünmemiz mümkün değil. “Biz sorumuzu sorarız yapan yapar.” gibi bir anlayış içinde olmamız düşünülemez. Ama dediğim gibi, biz soruları hazırlarken belli bir zorluk düzeyinde olsun, mesela ben; “Sorular geçen senekinden biraz daha kolay olsun” diyorum. Ve emin olun bazı zor soruları benim değişdirttiğim de oluyor.

Öğrenciler adına teşekkür ediyoruz!

Bizim öğrencilerimiz nedense hep hazır kalıp sorulardan gelsin istiyorlar. Bizim hocalarımız da hep yeni ve özgün sorular hazırlamaya çalışıyorlar. Çünkü çok değişik yetenekleri ölçüyorsunuz. Öğrendiği bir kalıbı tekrarlamak iyi bir yetenektir ama bu yetenek sınırlı bir yetenektir. Değişik ortamlarda ilk defa karşılaştığı sorunlara çözüm bulma daha ileri bir yetenektir. Onun için biz özgün sorular sormaya çalışıyoruz.

Geçtiğimiz sınav için zor bir sınav olacak demiştiniz. Bu öğrencilerin psikolojileri üzerinde çok olumsuz etki yaptı. Böyle bir ifade de bulunduğunuz mu?


Ben öyle söylememişimdir.

Basından öyle okuduk.

“Geçen yılkinden daha zor olmayacak” demek istedim. Biz, bir önceki yıldan daha kolay olmasını sağlamaya çalıştık ama tabi kitle de değişiyor. Daha önceki yılın kitlesinin içinde eski mezun daha çoktu. Geçen senekinde son sınıf öğrencileri daha çoktu. Bu etkili oluyor.

Kendi çocuğunuz olsa, en az iki yıllık bir çalışmanın karşılığını 3 saatlik bir sınavda alma stresi karşısında bir baba olarak neler hissederdiniz? Bir empati yapar mısınız?

Ben bunu iki kere yaşadım. Diğer babaların yaşadığını yaşadım. Gerçi çocuklarımın başarıları yüksekti, birinci yılda girdiler ama birinci tercihlerine giremediler. Üzüldüler.
Ben de o stresi yaşadım. Ben de iki çocuğumu iki yıl Anadolu Lisesi sınavlarına, iki yıl da üniversite sınavlarına olmak üzere dershaneye taşıdım. Onlarla adım adım 8 yıl yaşadım. Bunun olumsuz yönlerini, çocuklar üzerindeki etkilerini gördüm. Ama biraz da olumlu yönlerine bakmak lazım. Eğitimciler, bu sınavlar olmasa yetişen gençlerimiz bilgi düzeyi açısından, daha yetersiz olacaklarını söylüyor.
Hatta, “Öğrenciler bir şeyler öğreniyorsa bu sınavlar sayesinde öğreniyor.” diyenler de var. Ben tabii o kadar ileri gitmek istemiyorum

ÖSYM olarak, bunca yıldır sınav yapıyorsunuz. Neden adaylara yönelik sınav teknikleri, sınavda psikolojik yönetim gibi bir destek çalışması yapmıyorsunuz? En azından kendi sitenizde. Bunu hiç düşündünüz mü?

Bir kere bu konuda uzman değiliz.

Mesela soruları hazırlayan uzmanlar bu soruların çözüm mantığı şöyle olabilir diye bir bilgilendirmede bulunabilir.

O biraz ileri gitmek olur. O zaman bizim o söylediklerimiz eleştirilir. Ya da o yetersiz kalırsa adayların hazırlıksız kalmalarının gerekçesi, bizim verdiğimiz bilginin yetersizliği olarak görülür.


Ya da uzman birilerini burada bulundurabilirsiniz.

Ben bu konuda reçete olduğunu da düşünmüyorum. Sitede, 5 sayfa soru nasıl çözülür gibi bilgiler vermek; dershaneler iki yıl eğitim yapıp bunu vermeye çalışıyorlar. Onların iki yılda yaptıklarını biz nasıl 5-10 sayfayla verebiliriz.

Bunun ipuçlarını verebilirsiniz. Çünkü gençlerimiz bu konuda yönlendirilmeye çok ihtiyaçları var.

Bunu yapacaksa Eğitim Fakülteleri yapsın. Bizim alanımız değil ve bizim görevimiz de değil.

O zaman sizin alanınız olan bir konu ile ilgili sorayım: ÖSYM olarak, mesela en azından online deneme yapamaz mısınız? ? Öğrenciler orada kendi performanslarını görürler. Mesela bu yıl olsaydı; öğrenciler ne tarzda sorular çıkacak bilirlerdi. Kendilerini ona göre hazırlarlardı.

Biz o konulara girmeyi hiç düşünmedik. Ben girmemizin doğru olamadığını düşünüyorum. Orada soracağınız sorular, öğrenciyi yönlendiriyor. Öğrenciler, ondan sonra o sorulara benzer sorular bekliyor. ÖSYM şu soruları sordu hemen o tür sorular üzerine çalışır. Ondan farklı sorular sorduğunuzda öğrenciyi yanlış yönlendirmiş olursunuz.


Bunu en sağlıklı yapacak kurum, sizsiniz ve bu öğrenciye çok büyük katkı sağlar.

Sizin söylediğiniz eski soruların öğrenciye sorulması ise bunu herkes yapıyor zaten.

Mesela bu yıl ki sınava benzer bir denemeyi, sınava 6 ay kala yapsanız bu öğrencilere büyük bir katkı olur.

Nerede yapacağız?

Online yapabilirsiniz. O tarzda sistemler var. Öğrenciye sınavdaki gibi süre veriliyor.

Bunu, internet üzerinden yapmak çok zor. Az sayıda kişiye yaparsınız da aynı anda bir milyon kişiye hizmet verecek bir site olamaz. Aynı anda 10 bin kişi geldiğinde siteler tıkanır.
Ancak kişiye soruları sunarsınız o zaman olabilir. Ama bunları bizim yapmamızın olumlu yönlerinin yanında olumsuz yönlerinin de olacağını düşünüyorum. Eski soruları zaten siteden eski soruları bulabilir.

Ama bu sene yeni tür sorular sordunuz. Bu tür sorular çıkacak diye bir ön sınav yapmış olursunuz.

Bizim bu sene soracağımız sorulara benzer sorularımı soralım. Ama o zaman, o soruların özgünlüğü kalmaz. Öğrenci, eğer bir konuyu iyi öğrendiyse, düşünme sistemini iyi gelişirdiyse, değişik sorular geldiğinde o öğrenci çözüm üretir.
Zaten çok farkı soru sormuyoruz ama aynı kalıbın içinde de kalmıyoruz. Sadece rakamları değiştirerek soru sormuyoruz.

Sonra ÖSYM’yi de çok büyültmeyin. ÖSYM, 300 personeli olan bir kurum. Burada akademisyenler yok. Üniversitelerden akademisyenler getirip onlardan katkı almaya çalışıyoruz.
Bu tür destekler verilirse bunu bizim vermemizin doğru olmadığını düşünüyorum. Ama sınavda psikolojik açıdan ya da bilimsel açıdan nelere dikkat etmek gerekiyor? Bunu eğitimciler yapsınlar. Onların kendi görüşü olarak olabilir. Biz oların görüşünü ÖSYM olarak sunarsak bu resmi bir yönlendirme olur. Onun dışında bir durum olduğunda biz eleştiriliriz. Öğrencileri olumsuz etkilediğimiz dile getirilir.

Böylelikle de öğrencilere katkı sağlama; onlara yardımcı olama, yönlendirme yolunu da kapatmış oluyoruz. Öğrenciler bu konuda ciddi bir kurumun; Milli eğitim Bakanlığı olabilir, ÖSYM olabilir desteğine ihtiyacı var.

Ama biz okuluna devam eden, orada verilen bilgileri iyi öğrenen öğrencilerin bu sınavda başarılı olabileceğini iddia ediyoruz.

Ama bu çok da realiteyle uygun bir değil.

Biraz da test alışkanlığı varsa başarılı olmalılar. Ayrıca öğrenciye soruyu çözerken, şöyle düşüneceksin gibi böyle bir kalıp da yok. Bizim böyle bir işe girmemizin olumlu katkılarından olumsuz katkılarının daha çok olacağını düşünüyorum.

Ben de öğrenciler açısından bunu çok faydalı olacağını düşünüyorum. Hiçbir okulda çocukların psikolojilerini nasıl yönetecekleri, duygusal zekâlarını nasıl kullanacakları öğretilmiyor. Bunu yıllardır sınav yapan kurum olan “ÖSYM yapabilir mi?” diye sormuştum. Siz bu bizim sorumluluğumuz alanında değil diyorsunuz.
Peki, gelelim yeni sisteme. Yeni sistemin eskisine göre ne gibi artıları var?

Aslında ben yani sistemin çok fazla yenilik içerdiğini düşünmüyorum. Mevcut sistemin birkaç eksikliğini gidermeye çalıyoruz.
Birincisi: Mevcut sistemde çok değişik öğrenci gruplarını sınava alıyoruz ve onların eşit sürede, değişik testleri çözmesini istiyoruz. En azından şöyle gruplandırabiliriz.
Sadece ilk dört testi cevaplayan bir grup var. 120 soru cevaplıyorlar ve biz onlara 195 dakika veriyoruz.
Bir de, 180 soru cevaplayan grup var ki bunlar da kendi içinde üçe ayrılır. Fenciler, Sosyal Bilimciler, Türkçe-Matematikçiler. Çünkü onların hangi iki testi cevapladığı değişiyor. Testlerin de zorluk dereceleri aynı değil.
Bir de 210 soru cevaplayan grup var. Biz, bütün bu grupları aynı sınava alıyorduk ve öğrenci taktik gütmek zorunda kalıyordu.
Süreyi nasıl planlayacak, hangi teste ne kadar zaman verecek gibi..
Bu ölçme değerlendirme açısından mahsurlu bir durum. Yeni sistem, bunu gidermeye çalışıyor.
Yeni sistemde, öğrencileri alacağız; bugün Fizik, Kimya, Biyoloji sınavı var. Bu sınava girenlerin hepsi Fizik, Kimya, Biyoloji cevaplayacak. Alternatifi yok. Kimisi Fizik cevaplayacak, kimisi Tarih cevaplayacak değil.

İkinci olarak: Mevcut sistemde, ölçme açısından soru sayılarımız yetersiz kalıyor. Değişik branşlardan gelen 4 yıllık eğitimi ölçmede yetersiz kalıyor. Örneğin Psikoloji’den 4-5 soru sorabiliyorduk. Bu kadar soru yetmiyor. Fizik’ten 10 soru soruyoruz. 4 yıllık eğitimi ölçmek için 10 soru yeterli olmayabiliyor.
Yeni sistemde daha çok soru sorarak ve herkese eşit sürede soruları yanıtlatarak, taktiği ortadan kaldırarak, ölçme değerlendirme açısından daha sağlıklı bire sistem getirmeye çalıştık.

Bir başka yenilik de açık uçlu sorular dışında soru tarzlarına bir altyapı hazırlamaya çalışıyoruz.
Bunun da ölçüsünü şöyle oluşturduk; açık uçlu sorular dışında soru sormak için aday sayısını sınırlamak gerekiyor. Biz bunun üst sınırını; 500 bin olarak koyduk.

Zaman açısından bir avantaj var mı?

Mevcut sistemde soru başına düşen süre 1 dakikayı biraz aşıyor. Biz mevcut sistemde büyük kitlenin 180 soruyu cevapladığını varsayıyoruz. 180 soru
195 dakika ediyor. Soru başına ortalama 1,1 dakika ediyor. Ama 120 soru çözenler için soru başına 1,5 dakikayı bile aşıyor.
Yeni sistemde birinci, aşamada soru başına 1 dakika, ikinci aşamada 1,5 dakika vereceğiz.
İkinci aşama sorularını birinciye göre zorluk derecelerinin biraz daha fazla olabileceği, metinlerin biraz daha uzun olabileceğini varsayarak öğrenciye biraz daha fazla zaman sağlamış olacağız.

Böylelikle öğrencinin üzerinden zaman baskısı da azalmış olacak. Çünkü geçen sınavda yetiştiremeyen kişi sayısı çoktu.

Evet. Geçen sınavda, şu eleştiriyi aldık, bu sınavda dikkate alacağız. Özellikle Türkçe sorularının uzun olduğu ve beklenenden fazla zaman aldığı eleştirileri aldık. Bunu dikkate alacağız.

Ek konu söz konusu mu?

Olmayacak. Milli Eğitim Bakanlığı, müfredatta değişiklik yapmazsa olamaz. Bizim rehberimiz, Mili Eğitim Bakanlığı’nın hazırladığı programlardır.

LYS’yi kaç oturumda yapmayı planlıyorsunuz?

Yabancı dille beraber 5 oturum olacak. Yani Matematik sınavı, Fen sınavı Sosyal Bilgiler sınavı, Edebiyat sınavı ve yabancı dil sınavı olmak üzere 5 ayrı sınav. Aday bulardan hangilerine gireceğini tespit edecek.
Bunlar ayrı ayrı günlerde yapılacak. Daha günleri tespit etmedik. Bir veya iki hafta sonu seçeneklerini inceliyoruz.
Ama biri cumartesi ise biri pazar ya da bir sonraki cumartesi ve pazar olabilecek.
Çok az ihtimal ama biri sabah biri öğleden sonra olabilir.

İkinci aşama için normalde öğrenciler kaç sınava girecek?

Öğrencilerin büyük çoğunluğu bu sınavın ikisine girecek.

Üçüne girme ihtimalide var?

Üçüne giren bir kaç bin öğrenci olabilir. Dördüne giren meraklı birkaç yüz öğrenci olabilir. Ama bunları, ben istisna olarak düşünüyorum. İsteyen aday hepsine bile girebilir zamanlamayı ona göre ayarlayacağız.

Birkaç örnek üzerinden giderek açalım: Örneğin Tıp fakültesini tercih edecek kişi, hangi puan türünde olacak ve hangi derslerin sorularını yapacak?

Daha önceki sitemdeki gibi aynı derslerden yine soru yapacak.
Matematik Geometri sınavı bir gün, başka bir günde Fizik Kimya Biyoloji olmak üzere Fen sınavına girecek.

Türkçe çözmesine gerek kalmayacak

Evet, Türkçe Tarih ve diğer derslere gerek kalmayacak. Çünkü birinci aşamada çözmüş oldu.

Mühendislik?

Aynı sınavlara girecek. Yalnız, Matematik ve Fen sınavına giren aday için dört tane puan hesaplayacağız.
Bu dört puandan biri Matematik veya Astronomi gibi lisans programına girerken
Biri, Biyoloji Fizik Kimya gibi Fen ağırlıklı programlara girerken kullanılacak.
Bir tanesi, mühendislikler için.
Bir diğeri de, sağlık bilimleri için puanlar hesaplanacak ama bunların hepsi aynı sınava girecek.

Sadece derslerin ağarlıkları mı değişecek?

Evet, birisinde Biyolojiyi biraz öne çıkaracağız. Diğerinde, Matematiği öne çıkaracağız.
Ama bütün bu alanları tercih edecekler, aynı sınavlara girecek ve hazırlıkları da aynı olacak. Yani tıp fakültesine gideceklerle mühendisliğe gideceklerin hazırlıkları farklı olamayacak.

Daha önceki sınavda bunlar aynı değere sahipti, sadece sayısal iki olarak. Şimdi tıpı tercih edenler için Biyoloji ve Kimyanın ağırlığı daha fazla olacak.

Evet, ama onlar küçük ayarlar. Bu ayarların adayların hazırlanmasını etkilemesini beklemiyoruz. Yine hepsini çalınmalılar.

Bir de TM’den örnek: Hukuk için?

Hukuk için de Edebiyat, Coğrafya sınavına ve Matematik Geometri sınavlarına girecek.

Bir örnek de TS için Türk Dili ve edebiyatı?

Edebiyat ve Sosyal Bilimler. Yani yine eskisi gibi olacak.
Mevcut sistemde öğrenci hesap yapıyordu. Bunu etkisi özellikle Fen’de görülüyordu. Şunun ağırlığı az oradan iki soru yapacağıma şu dersten bir soru yaparım diyordu. Zaten süre de fazla yetmiyor. Ben o zaman sadece şu dersleri çalışayım diye bazı dersleri bırakıyordu. Yani sitede Biyolojiye cevap vermiyorsa onun süresinde oturur. Her birine ayrı ayrı süre verdiğimiz için bunu yapmayacak. Biz istiyoruz k öğrenci çok yönlü olsun.

Son olarak şu an karşınızda kendi çocuğunuz olsa ve önümüzdeki yıl sınava girecek olsa, ona neler önerirdiniz?

Okunla düzenli gitmesini, okulu ön planda tutmasını öneririm. Çok aşırı boyutta olmasa da dershaneye giderek bilgilerini takviye etmesini. Ve düzenli çalışmasını ve düzenli yaşamasını. Bunu yaparkan de sevdiği şeyleri çok ihmal etmemesini; arada sinemaya da gitmesini, arada çıkıp top da oynamasını, arkadaş gruplarıyla eğlenmesini de öneririm. Her şeyi dengeli yapmasını öneririm.


Bunca yoğunluğunuz içerisinde tüm ÖSS adaylarına zaman ayırdığınız için çok teşekkürler.

Ders çalışırken nelere dikkat etmeli?



“Uygun ortam bulsam çalışmaya hemen başlayacağım!”
Bu sözü, çoğu öğrenciden duyarım.
İşin kötü tarafı; çalışmak için uygun ortam arayanlar hiçbir zaman uygun bir ortam da bulamazlar.
Gerçekçi olarak, uygun ortam aramanın dışında, birçok kimse; bu mazereti aslında bir kaçış için kullanır. Çalışmak isteyen insanlar için ise her ortam, uygun bir ortamdır.

Ortam nasıl olmalı?

Çalışacağınız ortamın aydınlık olmasına dikkat edin.
Işık sol arka taraftan gelirse gözleriniz uzun süre yorulmaz.
Çalışacağınız masayı temizleyin ve düzenleyin. Masada sadece çalışacağınız derslerin kitapları ve notları bulunsun.
Masanızda ders çalışırken su ve kolonya bulundurun.
Su zihni diri tutar, kolonya bilicinizi açar.
Ders çalıştığınız masayı, sadece ders çalışmak için kullanın. Aksi halde kimi zaman ders çalışıp kimi zaman aynı masada müzik dinlerseniz veya uyursanız belli bir zaman sonra o masada sadece müzik dinliyor veya uyuyor olarak kendinizi bulabilirsiniz.. Dinlenmek istediğinizde masadan başka bir mekânı tercih edin.
Odanın sıcaklığı, ortalama 18-24 derece arasında olmalıdır.
Oturduğunuz sandalyenin ya da koltuğun en önemli yeri bel kısmıdır. Bel kısmı belinizi saran sandalyeleri tercih edin.

Sessiz, sakin bir ortamda çalışın.

Televizyonun karşısında, kalabalık bir ev ortamında çalışmak; konsantrasyonu önemli ölçüde etkilediği gibi sizde de yanlış çalışma alışkanlığı oluşturur.
Kesinlikle yatarak ders çalışmayın. Bu çok verimsiz bir çalışmadır. Çünkü belli bir süre sonra her ders çalışmaya başladığınızda uykunuz gelmeye başlar. “Uyku ile ders çalışmayı” ilişkilendirirsiniz.

Kendinizi ödüllendirin.

Ders çalışmayı bıkkınlıkla, tükenmişlikle, yorgunlukla değil; mutlulukla, zevkle, neşeyle, coşkuyla, huzurla ilişkilendirin.
Düşünsenize, bu gün 3 saat ders çalışmayı planlamışınız.
Bunu gerçekleştirdiğinizi hayal edin.
Ardında da iyi bir ödüle ne dersiniz?
Uyku istiyorsanız uyku ya da bir miktar meyveye ne dersiniz?
Dizi istiyorsanız, işte dizi…
Bütün bunların ötesinde; bir insanın günlük çok kısa dahi olsa birkaç saatlik hedefine ulaşması; insanı sevinçten uçurur.
Çalışmalarınızın sonunda, yaşadığınız olumlu duygulara, mutluluğunuza, sevincinize, huzura dikkat edin.
Bunun için de, çalışmanızdan sonra; “Çok çalıştım, çok yoruldum, mahvoldum, tükendim” yerine; “Bu gün 3 saat çalıştım, üzerime düşeni yaptım. Çok mutluyum ve huzurluyum” şeklinde kendinizi takdir edin...
En güzel ödül; takdirdir.

Müzik mi ders mi?

Müzik dinlerken müzik dinleyin, ders çalışırken ders çalışın.
Bazı kişiler “Ben müzik dinlerken daha iyi ders çalışıyorum” derler. Hatta bir kısım öğrenciler de buna benzer bir şekilde televizyon karşısında ya da sesin, gürültünün bulunduğu ortamda çalışmayı tercih ederler.
Bu, aslında bu kişilerin yanlış ders çalışma alışkanlığı edinmelerinden kaynaklanmaktadır.
“Bunun ne zararı olabilir ki?” diyebilirsiniz.
Konsantrasyon sadece bir noktaya sabitlenmektedir.
Konsantrasyonunuzu müziğin ritmine, sözlerine ya da televizyondaki seslere de vermeye başladığınızda zayıf kaydetmeye başlarsınız.
Özellikle bas oranı yüksek müzikler, beyninin sağ ve sol bölümlerinin birbiri ile uyumunu bozar.
Ders çalışırken müzik dinlemelerini tavsiye ettiğimiz sadece bir grup insan vardır. Bunlar ise işitselliği aşırı ileri insanlardır.
Bu kişiler, ders çalışırken işitme duyu kanalını daha çok kullandıkları için, seslere görsel ve dokunsal öğrenme sistemine sahip kişilerden daha duyarlıdırlar.
Etraflarındaki her ses onların konsantrasyonunu bozar.
Bir kapı gıcırtısı, komşunun çocuğunun sesi, sokakta “Domatiz, sovan, patlıcan” diye bağıran satıcı, salondaki televizyondan gelen “Kurtlar Vadisi, yine heyecan dolu!” sesleri zihinde de yankılanır ve bu kişiler dersten kopar.
Bu nedenle bu kişilere, ders çalışırken sözsüz, yavaş, bas oranı düşük müzikleri, hafif ses yüksekliğinde dinlemeleri faydalıdır.
Bu öneriyi de sadece sessiz sakin bir ortam bulamamak durumunda öneriyoruz.
Bu durumda da ders çalışamayanlar kulak tıkaçları kullanabilirler.
Sonuç olarak; mazeret üretmeyin, başarı üretin!

Yüksek motivasyon için altı kural



Bir türlü motive olamıyorum!
Motivasyonum kırıldı!
Ah bir motive olabilsem çalışmaya başlayacağım!
Bazen, enerjimizin tükendiği; yaptığımız işe karşı isteğimizin dibe vurduğu, bir bıkkınlığın kara bir bulut gibi üzerimize çöktüğü zamanlar olur.
Belki, bazılarınız içinden: “Keşke bazen olsa!” diye söyleniyor olabilir.
Motivasyon; çağımızın sihirli kelimelerinden biridir.
Başarılı insanların, bitmez tükenmez enerji kaynağı; güçlü motivasyonlarıdır.
İster okul sıralarında öğrenci olun, ister bir iş yerinde yönetici ya da çalışan olun, motivasyonunuz yoksa; başarınız da yoktur.
Çünkü motivasyon, sizi harekete geçiren duygudur.
O sihirli duyguyu yakaladığınızda; sizde sihirli şeyler olmaya başlar.
Hidayet Türkoğlu, o muhteşem üçlüklerini ancak iyi motive olduğunda atabilir.
Arda, o harika şutlarını iyi motive olduğunda çekebilir.
Başarılı öğrenciler, sınavlarda; beyin güçlerini, iyi motive olduklarında kullanabilirler.
Bunları istedikleri gibi yapamadıklarında yine; Hido, Hidodur; Arda, Ardadır. Ama sadece bir şey değişmiştir; motivasyonları.
Çünkü motive olamadıklarında, gerçek performanslarını kullanamazlar.
Bu sporda da böyledir, iş yerinde de, okulda da…
Beynimizin Limbik (duygu ile ilgili bölüm) sistemini kullanmadan, doruk performansa ulaşmamız mümkün değildir.
Sporda, bunun önemini belli oranda anlamış bulunuyoruz.
Bu nedenle, son yıllarda bazı kulüpler, sporcuların motivasyonları ile ilgilenen uzmanlar çalıştırmaktadırlar.
Ama bir türlü eğitimde motivasyonun önemini anlamış değiliz. Bu konuda eğitim politikalarını oluşturanların çok ilkel düşünceleri olduğunu düşünüyorum.
Öğrencilerimiz motive değil; çünkü öğretmenlerimiz motive değil.
Okullarımızın çoşku ve öğrenme damarları kesilmiş gibi; herkes de bir bıkkınlık ve yılgınlık var.
Bu durumu, değerli Felsefecimiz Ahmet İnam, yazılarında çok etkili bir şekilde anlatıyor.
Milli Eğitim Bakanımız Sayın Nimet Çubukçu’nun bu konulara eğilmesini bekliyoruz.
Enerjisi tükenmiş bir öğretmenden ve öğrenciden ne bekleyebilirsiniz?
Mesela çok merak ediyorum; Milli Eğitimde bu konuyla ilgilenen bir danışman veya bir uzman var mıdır?
Neyse, biz konumuza dönelim.
Peki, nasıl motive olabiliriz?

1- Hedefini belirle

Birçok kimse; neredeyse, hayatta hiçbir hedefi olmadan yaşar.
Okula giden öğrenci hedefsiz gider. İşe giden işçi hedefsiz çalışır.
Bunda; hedef belirleme bilincimizin düşüklüğü yanında tabii, hayal kırıklıklarımızın da etkisi büyük.
Beynimiz, bir hedef belirlediğimizde; neler yapmamız gerektiğini de sıralıyor. Böylelikle, o hedefe nasıl ulaşacağımızı belirlemeye başlarız.
Şu bir gerçektir ki; hedefimiz yoksa başarımız da yoktur.

2-Niçin buradasın?

Niçin okula gidiyorsun?
Niçin çalışıyorsun?
Niçin Üniversiteye hazırlanıyorsun?
Motivasyonun temel kaynağı; bir işi niçin yaptığınızı belirlemektir.
Bu sebepleri yazmak ve sık sık düşünmek, hedefimizle bağımızı hep canlı tutar?
Hedeflerinden uzaklaşan insanlar, niçin o işi yaptıklarını unutan insanlardır.

3-Başarırsan ne olacak?

Özellikle, ödüllerden motive olan kişiler, hedeflerine ulaştıklarının senaryolarını zihinlerinde canlandırırlarsa, hedeflerini doğru güçlü bir çekim gücü yaşarlar.

4-Başaramazsam ne olacak?

Bu da, acıdan uzaklaşarak motive olan kişilerin zihinlerinde oluşturmaları gereken bir senaryodur.
Ve tolum olarak çoğunlukla bu tür motivasyon özelliğimiz vardır.
Öğrencilerimizin çoğu; düşük not almamak için çalışır. İşyerinde çoğu işçi; sorun çıkmasın diye işini yapar.
En iyi motive olan kişiler ise hem olumlu hem olumsuz senaryoları düşünerek çalışan kişilerdir.

5- Önceliklerini belirle

Bir hedefiniz varsa artık; önceliklerinizde bir ayarlama yapmalısınız.
Bundan sonra; ne sizin için daha önde ve önemli?
İnternetten artan zamanda mı ders çalacaksınız yoksa dersten artan zamanda mı internete takılacaksınız?
Hangisi senin için önde ve önemli? Bunu çözemeyen kişinin, başarılı olması mümkün mü?

6-Hayal et.

Hayaller, yaptığınız işin enerji kaynağıdır.
Hedefinizi hayal ettiğinizde (buna biz hedef ziyareti deriz); çalışma azminiz de, konsantrasyonunuz da artar.
Ne kadar büyük ve güçlü hayalleriniz varsa, o kadar güçlü ve büyük işler başarırsınız.
Büyük düşünün!
Unutmayın her şey, önce hayalle başlar.
Hayaller, umutlarımızın can damarıdır.



Benim Özgüven Bildirgem


Benim özgüven bildirgem

Ben kendimim. Ve bundan mutluyum
Tüm dünyada benim gibi hiç kimse yok.
Bazı yönleri bana benzeyenler var. Fakat hiç kimse tüm yönleriyle benim gibi değil. Dolayısıyla bende varlık bulan her şey sadece bana özgü.
Benimle ilgili her şey benim; vücudum ve onu oluşturan her şey, zihnim ve onu oluşturan tüm düşünce ve fikirler, gözlerim ve onun ifade ettiği tüm görüntüler, duygularım ve onlar her neyse; öfke, neşe, kaygı, sevgi, hayal kırıklığı, heyecan.... Ağzım ve oradan çıkan her sözcük; nazik, yumuşak, kaba, doğru, yanlış..... Sesim, yüksek ya da alçak.... ve tüm davranışlarım; başkalarına ya da kendime karşı.
Kendi hayallerim, rüyalarım, umutlarım, korkularım, tüm zaferlerim ve başarılarım benim, tıpkı tüm hatalarım gibi.
Çünkü beni oluşturan tüm parçalar benim. Ben kendimle tamamen yüzleşebilirim ve böyle yaparak beni oluşturan tüm parçaları sevip, onlarla dost olup, dostça yaşayabilirim ve böylece benim için önemli şeylere ulaşmak üzere, bir bütün olarak amaçlarımı gerçekleştirebilirim.
Kendi kendimi şaşırtan bazı yönlerim olduğunu biliyorum. Ve bildiğim başka yönlerim de var. Fakat kendimle dost olduğum ve kendimi sevdiğim sürece, beni şaşırtan bu yönlerin üzerine cesaret ve umutla gidip çözebileceğimi biliyorum.
İnsanlara nasıl görünürsem görüneyim.
Ne söylersem, ne yaparsam yapayım, herhangi bir anda ne düşünürsem ne hissedersem hissedeyim, hepsi benim.
Bu bana özgü.
Ne yaptığıma, ne düşündüğüme, ne hissettiğime baktığımda bazı yönlerim uyumsuz olabilir ve ben bunları çıkarıp uyduğuna emin olduklarımla yola devam edebilirim.
Görebilir, duyabilir, hissedebilir, düşünebilir, söyleyebilir ve yapabilirim. Benim dışımdaki insanlarla, anlamlı ilişkiler kurabilecek, onlara yakın olabilecek birikimim var.
Ben kendimim ve bundan mutluyum..

Virginia Satir
Aile Trapisti